اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَاْلاِحْسَانِ وَا۪يتَٓاىِٔ ذِى الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْىِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ﴿٠٩﴾

90. Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve akrabalara yardım etmeyi emreder ve hayasızlığı, kötülüğü ve taşkınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.

{“Bahr-i hakaik olan Kur'ân'ın âyetleri dahi o deniz içindeki definenin bir gavvâsıdır. Lâkin onların gözleri açık; defineyi ihata eder. Definede ne var, ne yok, görür. O defineyi öyle bir tenasüp ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakikî hüsn-ü cemâli gösterir.(...)

اِنَّ اللهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَ ْلاِحْسَانِ وَاِيتَائِ ذِى الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَ الْمُنْكَرِوَالْبَغِى

ifade ettiği hakikat-i câmia gibi bütün uhrevî ve dünyevî, ilmî ve amelî erkân-ı sitte-i imaniyenin herbirisini tafsilen, erkân-ı hamse-i İslâmiyenin herbirisini kasten ve cidden ve saadet-i dâreyni temin eden bütün düsturları görür, gösterir. Muvazenesini muhafaza edip, tenasübünü idame edip, o hakaikın heyet-i mecmuasının tenasübünden hasıl olan hüsün ve cemâlin menbaından, Kur'ân'ın bir i'câz-ı mânevîsi neş'et eder.” (S., Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Üçüncü Ziya, s.441)}


اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ى هِىَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ﴿٥٢١﴾

125. Rabbinin yoluna hikmet ile güzel öğüt ile davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

{“Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, ism-i Hakemin tecellî-i âzamı şu kâinatı öyle bir kitap hükmüne getirmiş ki, her sayfasında yüzer kitap yazılmış.. ve her satırında yüzer sayfa derc edilmiş.. ve her kelimesinde yüzer satır mevcuttur.. ve her harfinde yüzer kelime var.. ve her noktasında kitabın muhtasar bir fihristeciği bulunur bir tarza getirmiştir. O kitabın sayfaları, satırları, tâ noktalarına kadar yüzer cihette Nakkaşını, Kâtibini öyle vuzuhla gösteriyor ki, o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini isbat eder. Çünki; bir harf kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifade ediyor.”

“Ehl-i dalâlet gelsin, baksın: Gideceği ve düşündüğü kendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir kuyu olduğunu görsün. Ve âhirete iman ise, Cennet gibi güzel ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.” (L., Otuzuncu Lem’a, Üçüncü Nükte, Birinci ve Dördüncü Nokta, s.311 ve 315)}


وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ﴿٦٢١﴾

126. Eğer (birilerini) cezalandırırsanız, cezalandırıldığınız şeyin misli ile cezalandırın. Eğer sabrederseniz şüphesiz o, sabredenler için daha hayırlıdır.

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ى ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ﴿٧٢١﴾

127. Sabret! Senin sabrın da ancak Allah(ın tevfiki) iledir. Onlara üzülme ve kurdukları tuzaktan dolayı sıkıntıya düşme.

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ﴿٨٢١﴾

128. Şüphesiz Allah, (kendinden) korkanlar ve iyilik edenlerle beraberdir.

{“Demek, ey nefsim, eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun. İşte sana iki yol, istediğini intihap edebilirsin. Hidayet ve tevfiki Erhamü'r-Râhimînden iste.” (S., Beşinci Söz, s.24)}

منْ سُورَةُ اْلاِسْرَآءِ

17. İSRA SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓى اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَالسَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ﴿١﴾

Kulunu geceleyin Mescidi Haram’dan, kendisine ayetlerimizden göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürüten Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, hakkıyle işiten, her şeyi görendir.

{“Miraç meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah'ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miraçtan bahsedilmez! Evvelâ o erkânı isbat etmek lâzım geliyor.(…)İşte, çendan o bir abddir. Ve o seyahat bir mirac-ı cüz'îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini ‘ bütün eşyayı işitir ve görür’ sıfatıyla tavsif eder. Tâ, o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şamil hikmetlerini göstersin.” (S., Otuz Birinci Söz, İhtar, s.559. Ayrıca bk. S., Yirmi Beşinci Söz ve Lemaat, s,427 ve 701)}

وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ى وَك۪يلاًۜ﴿٢﴾

Musa’ya o kitabı verdik ve onu, “Benden başka bir vekil edinmeyin!” diye İsrailoğullarına bir rehber kıldık.

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولاً﴿٢٢﴾

22. Allah ile beraber başka bir îlah daha tanıma. Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak kalırsın.


Yükleniyor...