فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ﴿٢١١﴾

112. O hâlde sen emrolunduğun gibi doğru ol. Seninle beraber tövbe edenler de (öyle olsunlar). Taşkınlık etmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görücüdür.

{“Hattâ Resûl-iEkrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki:

شَيَّبَتْنِى سُورَةُ هُودٍ

yani sûre-i Hûd’daki

فَا سْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ

âyeti beni ihtiyarlattırdı. Çünkü ehemmiyeti azimdir. İstikamet-i tâmmeyi emrediyor.” (STG., Hazreti Gavs’ın…Hâşiye, s.162)

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi, kat'î bir surette gösterir ki; her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş. İfrat ve tefritten içtinap etmiştir. Evet, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm

فَا سْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ

emrini tamamiyle imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akvâl ve ahvâlinde istikamet, kat’i bir surette görünüyor.” (L., On Birinci Lem’a, Üçüncü Mes’ele, s.60. Ayrıca bk. S., Angilikan Kilisesine Cevab, s.746; Ş., Birinci Şua, s.692; BL., Lütfi’nin Mektubu, s.170)}


وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَالَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ﴿٣١١﴾

113. Zalimlere meyletmeyin; aksi halde size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.

{

وَلآ تَرْكَنُوإِلَىألَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُالنَّارُ

âyet-i kerimesi fermanıyla: Zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünki: Rızâ-yı küfür, küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.” (M., Yirmi Sekizinci Mektub Dördüncü Mes’ele, s.361)

إِنَّ الاِنسَانَ لَظَلُومٌ

âyetine en âzam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara değil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takip etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acip zulümlere bakmak da caiz değil. Çünkü zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zâlim olur. Meyletse

وَلآ تَرْكَنُوإِلَىألَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُالنَّارُ

âyetine mahzar olur.”(KL., s.207. Ayrıca bk. M., Yirmi Dokuzuncu Mektub, s.412; EL-I., s.58)}


وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَىِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ﴿٤١١﴾

114. Namazı, gündüzün iki ucunda (sabah, öğle ve ikindi) ve gecenin bir kısmında (akşam ve yatsı) kıl. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.

وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ﴿٥١١﴾

115. (Ey Muhammed!) sabret. Şüphesiz Allah, iyilik edenlerin mükafatını zayi etmez.

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ﴿٣٢١﴾

123. Göklerin ve yerin gaybi (sırrı) Allah’ındır. Bütün iş, yalnız O’na döndürülür. Sen de O’na ibadet et ve O’na tevekkül et (O sana yeter). Rabbin sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.

منْ سُورَةُ يُودَةِ

12. YUSUF SÛRESİ’NDEN

وَمَٓا اُبَرِّىُٔ نَفْس۪ىۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَارَحِمَ رَبّ۪ىۜ اِنَّ رَبّ۪ى غَفُورٌ رَح۪يمٌ﴿٣٥﴾

53. “Ben kendimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz nefis daima kötülüğü emreder; ancak Rabbimin merhamet ettiği hariç. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

{“Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. (...) Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan,

وَمَااُبَرِّىءُ نَفْسِى إنَّ النَّفْسَلَاَمَّارَةُ بِالسُّوءِ إلَّا مَارَحِمَ رَبِّى

dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.” (L., On Üçüncü Lem’a, On Üçüncü İşaret, İkinci Nokta, s.88. Ayrıca bk. L., Yirmi Birinci Lem’a ve Yirmi Sekizinci Lem’a, s.160, 275; BL., Hulûsi Bey’in mektubudur, s.306)}


رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ى مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ى مِنْ تَاْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِى الدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ى بِالصَّالِح۪ينَ﴿١٠١﴾

101. “Ey Rabbim! Bana mülk verdin ve bana rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin Yaratıcısı; benim dünyada da ve ahirette de velim / sahibim sensin. Canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kavuştur.

{“Halbuki şu âyet, kıssa-i Yûsuf'un en parlak kısmı ki; Azîz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yûsuf'un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yûsuf kendisi Cenâb-ı Hak’tan vefatını istedi ve vefat etti; o saâdete mazhar oldu. Demek:O dünyevî lezzetli saadetten daha câzibedar bir saâdet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi hakikatbîn bir zat; o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saâdete mazhar olsun.(…) Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır. Hem Hazret-i Yûsuf'un âli sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu hâleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor; yine âhireti istiyor.” (M., Yirmi Üçüncü Mektub sonu, s.283)}

مِنْ سُورَةُ الرَّعْدِ

13. RA’D SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

الٓمٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّذ۪ٓى اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ﴿١﴾

Elif. Lam. Mim. Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbinden sana indirilen gerçektir. Ancak insanların çoğu iman etmezler.

{(bk. Bakara Sûresi 1. âyet açıklaması, s.2)}


Yükleniyor...